HEKİMLİK SANATI: İNSAN, BİLGİ VE DEĞER
Genç meslektaşlarımın öncelikle bilmesini isterim ki gelişim sınırsızdır ve bunun en büyük engeli kendini yeterli görmektir. Meslek hayatında 40 yılı aşmış biri olarak kendimi hala yolun başında görüyorum ve sizinle aramızdaki mesafenin, yolun sınırsızlığına nispetle yok hükmünde olduğunu biliyorum. Kısacası hepimiz yolun başındayız. Sürekli ve sürdürülebilir bir başarı için kendimizi hayat boyu yenilememiz, geliştirmemiz gerekiyor.
Tıp mesleği/sanatı tüm olumsuzluklara, maruz kaldığı haksızlıklara, şiddet olaylarına rağmen hala saygınlığını muhafaza edebilen olağanüstü bir meslek. Çünkü tıp bu saygınlığını “insan” üzerinden kazanıyor. İnsandan ve insani değerlerden uzaklaştığı ölçüde de saygınlığını kaybediyor.
İnsan ilişkilerinin yönünü belirleyen en önemli faktör ahlâktır. Bu nedenle tıp mesleğini yapacak olanların mesleki yetkinlikleri yanında ahlâki ve insani değerlere sahip olmaları gerekiyor.
Yeryüzünün en şerefli varlığı olan insan değer sistemlerinden yoksun olduğunda yer yüzünün en zararlı ve en tahripkâr varlığı haline geliyor. Dünyamızın bugün karşı karşıya kaldığı en büyük sorun işte bu değer yoksunluğudur. İnsanlığa yapılacak en büyük hizmet bu boşluğu doldurmaya çalışmak, dünyaya değer katmaktır. Değer katmak için önce değer olmak gerekir. Değer olmaktan da önemlisi değer bilmektir. Çünkü değer bilmeden değer olunmaz. Aslında değerimiz değer verdiklerimizdir.
Hekimlik bizim için bizatihi bir değerdir. Hayata, insana, kendimize dair bir bakış açısı, bir anlam kapısı, bir yaşam tarzıdır. Tıp mesleğinin bize kazandırdığı manevi boyutu görmezden gelerek onu maddi getirisiyle ölçmeye kalkmak büyük bir haksızlıktır. İnsan sağlığına hizmeti temel görev bilen tıp mensuplarının aynı zamanda insan onuruna sahip çıkma, hak ihlallerine karşı duyarlı ve etkin olma sorumluluğu vardır.
Tıp mensuplarının birbirlerinin, hocalarının, öğrencilerinin, ekip arkadaşlarının değerini bilmesi, dayanışması, yardımlaşması, bilgisini, tecrübesini paylaşması ahlaki bir sorumluluktur. Tıp mensupları olarak sağlık alanındaki gelişmeleri eleştirel bir bakışla değerlendirmemiz, buna göre duruşumuzu belirlememiz gereklidir.
İnsanlık tarihi boyunca hasta hekim ekseninde gelişimini sürdüren tıp bilimi sanayi devriminden sonra nitelik değiştirerek büyük bir sektör haline gelmiş ve temel paradigmaları değişmeye başlamıştır. Böylece geçmişte birbirine çok yakın olan hasta ile doktor arasına teknoloji, medikal/ilaç sektörü, hasta hakları, hukuk, malpraktis endişesi, şiddet gibi pek çok faktör girmiş ve doktorlar belirleyici merkezi konumlarını kaybetmeye başlamışlardır.
Geneli itibariyle Batı dünyasında şekillenen bugünkü ortodoks tıp, kendisini doğuran materyalist Batı kültürünün temel karakterlerini taşımaktadır. Bu kültürün en belirgin özelliği tabiata âdeta meydan okurcasına çevreyi tahrip etmesi, doğayı, fıtratı bozmasıdır. Tıp alanında ortaya çıkan gelişmelerle sağlığın bozulması, hastalıkların artması arasında âdeta bir paradoks yaşanmaktadır. Materyalist sistem doğal yapısı gereği kârlılık ilkesiyle hareket etmekte, insana ve insan sağlığına değil, daha kârlı olan alana, hastalıklara yatırım yapmaktadır. Sağlık sektörü bu şekilde seçici davranırken aynı zamanda yine kârlılık adına insanlara uzun yaşama, genç kalma, kontrol altında olma gibi fikirler pazarlayarak kapsama alanını giderek genişletmeye çalışmaktadır. Gerçekte bu sektör insana ve sağlığa kör davranmaktadır. Sağlık sektörünün belki de görmezden geldiğimiz en önemli rolü bilimsel araştırmalar ve bilgi üretimi üzerindeki etkinliği ve bunun tıp eğitimine yansımalarıdır.
Eleştiriyi tıp mensupları olarak kendimize çevirecek olursak manen üzerimize düşen sorumluluklarla mesleki etkinliğimiz arasında da bir uçurum, bir paradoks, büyük bir misyon daralması söz konusudur. Toplumun, insanların sağlığıyla değil hastalıklarıyla meşgulüz. İnsanla değil onun bedeniyle, bedeninin de bütünüyle değil bir organı ile ilgiliyiz. Hekim olmaktan doktorluğa ve giderek belirli talimatları yerine getiren teknisyenliğe doğru evriliyoruz.
Hekim ile doktor arasındaki en önemli fark birincisinin insanla, diğerinin bedenle ilgili olmasıdır. Hekim hikmet sahibidir. Derin bilgisi, dürüst, güvenilir, fedakâr, sabırlı, hoşgörülü kişiliği, merhameti, doğru karar vermesi ve isabetli uygulaması olan kişidir. Bu eleştirileri bize öğretilenlerin basmakalıp pasif bir uygulayıcısı olmamak adına ifade ediyorum.
İlim mutlak hakikati, gerçeği ifade eder. Eksiği ve kusuru olmayan bilgidir. Bilim ise insanın sistemli bir bilme, anlama çabasıdır. Hiçbir zaman eksik ve kusurdan uzak değildir. Bilimsel bilginin “her an doğrulanabilir veya yanlışlanabilir varsayımlar” olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle tıp alanında üretilen bilgilerin geçerliliği, yarılanma ömrü gittikçe kısalmaktadır.
Bilimin sınırları, kısıtlılıkları vardır. Her şeyden önce bilim somut/nesnel alanla sınırlıdır. İnsanın maddi yapısının gerisinde ruhi, manevi yönü olduğu gibi, kâinatın da arka planında derin bir anlam boyutu vardır. Bilim gören göze, mana âlemi ise gönül gözüne, sezgi ve idrake hitap eder.
Bilgi insanın gelişim sürecinin en önemli girdisi olmakla birlikte tek başına işlevsel değildir. Bilginin temel rolü düşünceyi harekete geçirmektir. Aynı bilgiyi anlama, değerlendirme, yorumlama, üzerinde akıl yürütüp bağlantılar kurma ve birtakım sonuçlara ulaşma bakımından her insan kendine özgü farklılıklar gösterir. İnsanın zihinsel melekeleri, kabiliyet ve yetenekleri, his ve duyguları gözlem, deneyim, bilgi ve fikirlerle beslenerek gelişir, herkesten farklı özel bir alan oluşturur.
Düşünmek insanın en önemli yeteneği, akıl ise imkânıdır. Bilgi düşünceyle mayalandığında fikir ortaya çıkar. Fikir insanın en değerli ürünüdür. Bilgiyle düşünülür, düşünceyle bilinir. Bilgi ışık gibidir, herkeste farklı yansır. Bilgi cevher gibidir, ancak akıl ve düşünce atölyesinde işlendiğinde mücevhere (fikre) dönüşür.
Bilgi yakıt gibidir, ancak motor tarafından (düşünce, akıl) yakıldığında enerji üretir. Gelişmiş ülkeler petrole sahip olanlar değil, onu kullananlardır. Akletme ve düşünme bilginin gelişip filizlenmesine, yeni fikirlere, düşünce ve buluşlara kapı açar.
Bilgi yük vagonlarına, düşünce ise bu vagonları hareket ettiren lokomotife benzetilebilir. Düşünceyi beslemeyen, harekete geçirmeyen bilgi ile bir yere varılamaz. Bilginin vardığı yer düşüncenin, hikmetin başlangıcıdır. Akılla yerli yerine oturtulmayan, düşünceyle anlamlandırılmayan bilgi hafızaya yük olduğu gibi, aynı zamanda bilgi körlüğüne, bilgi bağnazlığına neden olur.
Bilginin her zaman sağlam ve açık kanıtlara bağlanamaması, yetersiz veya çok farklı, bazen birbirine tamamen zıt yönde yorumlanabilmesi, bazen de yanlış, abartılı, yalan veya gizlenmiş veriler içerebilmesi söz konusudur. Bilim etiği günümüzün en ciddi sorunlarından birisi haline gelmiştir.
Bütün bunlar eleştirel bir bakış açısına sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Eleştiri, elemek, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Kültürümüze ait bir başka kavramla ifade edecek olursak tenkit etmektir. Tenkit nakit (para, değer) kökünden türemiş olup nakde çevirmek, yani değerini ortaya koymak anlamına gelir.
Eleştirel düşünce bir konuyu sebepleri, sonuçları, bağlantıları ve değişen durumlarıyla derinlemesine, sistematik bir şekilde dikkatle değerlendirmeye tabi tutmaktır. Bize öğretilen bilgiler, varsayımlar büyük ölçüde anlayışımızı ve davranışlarımızı etkiler, âdeta bizi güder ve çoğunlukla bu etkileyişin farkına varmayız. Farkındalık ancak eleştirel bakışla kazanılabilir.
Eleştirel bakış insanı pasif, güdülen konumdan aktif, dinamik bir konuma yükseltir. Konuya tarafsız, önyargısız ve bütüncül yaklaşmayı sağlar, manipülasyonlara karşı direnç oluşturur. Problem çözmeyi kolaylaştırır, yeniliklere ve buluşlara kapı açar. Farklılıkları ve değişik görüşleri anlamayı kolaylaştırır, insanı önyargılarından ve bağnazlıktan korur.
Bilgi unutulsa dahi onun düşünülmesi, yorumlanması ile oluşmuş olan bilinç hali geriye kalır ki bu da kültürü oluşturur. Bu anlamda kültür düşünülmüş bilgidir. Gelişmenin, kalkınmanın önündeki en büyük engel düşünce yetersizliğidir.
Bilgi sınırlı, düşünce ise sınırsız bir alan açar. Ancak bilenler ve bilgisiyle düşünenler gerçeğe yolculuk yapabilir.
Tıp mesleği azim, kararlılık ve özveri ister. Arzu ve tutkularının kendini esir almasına izin vermeyenlerin başarabileceği bir iştir. Aktif olmayı, ekip faaliyetini, iletişim becerilerini ve paylaşımcılığı gerektirir. Meslek hayatınızda işinize yarayacak en önemli bilgi “bilmediğini bilmektir”.
Buna karşılık sizi en fazla tökezletecek, yanlış yapmanıza, başınızın belaya girmesine neden olacak bilgi de “bilmediğinizi biliyor sanmanız” olacaktır. Başarılı olmak için yol arkadaşlığının kıymetini bilin, birlikte olduklarınıza sahip çıkın, onlarla kenetlenin. Ölmekte olan insanlığın size büyük ihtiyacı olduğunu unutmayın.