Egemen Laik Yapının Psikolojisi

Tarihe yön veren şahsiyetlerin ve sınıfların kültürel kodlarını, bilinçaltlarını, ruh hallerini bilmeden onların davranış biçimlerini çözümleyemeyiz.

Ülkemizde, her dönem iktidarda söz sahibi olmayı yöntem edinmiş laik egemenlerin psikolojisini analiz etmeden Türkiye’deki gelişmelere sağlıklı teşhisler koymak mümkün olmaz.

Eski bir fıkradır anlatılır: Zamanında Süleymaniye Camii’nin tuvaletinde bekleyen bir ibrikçibaşı varmış. Bu zât tuvalete girecekler için ibriklere su doldurur, girişe bırakırmış. Bir gün bir adamcağız çok sıkışmış. Koşar adım tuvalete gelmiş, ibriklerden birini kapmış, tam içeri girecekken ibrikçibaşı önüne dikilmiş. “Hemşerim yanlış ibrik aldın.” demiş. Adamcağız şaşırmış. Bir ibrikçibaşına bir ibriğe bakmış şaşkınlıkla. Sonra merakla sormuş: Efendi ne farkı var? Onlar da ibrik, bu benim aldığım da. İbrikçibaşı göğsünü gererek cevaplamış: Olur mu, sen sıradaki ibriği almadın. Yanlış ibrik aldın. Adamcağız tekrar sormuş: Efendi sıradaki ibriği almazsam ne zararı var? İbrikçibaşı cevap vermiş: Olur mu be hey adam? Herkes kafasına göre ibrik alırsa ben burada ne işe yarayacağım?

Türkiye’nin birinci psikolojik sorunu budur. Laik egemenler, halen halkın bütün reflekslerinin kendilerinin koydukları kurallar dahilinde olmasını arzulamaktadırlar. Yönetme imtiyazının en ayrılmaz parçası kural koymaktır çünkü.

Milliyet Gazetesi yazarı Osman Ulagay bu ruh halinin fotoğrafını içerden bir bakışla şu ifadeyle çekiyordu: Türkiye’nin devlet yapısından eğitim sistemine, hukuk düzeninden kültürel yaşamına ve hayat tarzı tercihine kadar pek çok alanda hep bu kesim belirleyici olmuş Cumhuriyet tarihi boyunca. Kendisini Cumhuriyet’in koruyucusu saydığı için de bunu doğal hakkı saymış.

Esasen beşikten mezara koşullandırma tarzında militer bir eğitim anlayışıyla yetiştirilen Türk toplumu ‘esas duruşunu’ hep muhafaza eden bir toplum gibi gözükse de zaman zaman ‘rahat’ konumuna geçerek biraz gevşemesi laik egemenleri rahatsız eden bir başka olgu.

Egemenler ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım… Varlığım Türk varlığına armağan olsun… Ey bu günümüzü sağlayan ulu Atatürk! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta, hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim’ diyerek yıllarca and içen toplumun bu antlarına sıkı sıkıya sarılmalarını beklemektedir.

Türkiye’nin önündeki ikinci psikolojik engel de işte budur: Onlar ant içtiren ve her bir külfetten azade başöğretmenler, halk ise ant içip bu andı ‘varlığı pahasına’ yerine getirmesi gereken öğrenciler...

Bir yakınım anlatmıştı: Kadıköy-Moda otobüsünde bir Moda’lı kendine yakın hissettiği emekli bir başkomisere şu şekilde içini döker: Sorma eski tadımız kalmadı, ağzımızın tadı bozuldu. Sakallı ve örtülüler buralara da yerleşmeye başladılar...

Yeni orta sınıf, plaj, otel, cafe, lokanta gibi eski hijyenik mekanlarda laik egemenlerin karşısına çıkarak onların göz konforunu bozmaktadırlar.

Orta sınıfın yükselmesi ile birlikte gündeme gelen; Anadolu insanı ile laik egemenlerin aynı ortam ve mekânları paylaşma zorunluluğu, egemen laiklerinin bir türlü içselleştiremediği bir başka psikolojik vakadır.

Egemenler bu gelişmeyi bir türlü kabullenememişler, apartmanda kapıcı olarak görmeye alıştıkları insanları karşılarında komşu olarak görmeyi içlerine bir türlü sindirememişlerdir.

Laik Egemenler Saadet dönemi kavramlarına olduğu kadar mekânlarına da aşırı derecede duygusal bağ(ım)lılık taşımaktadırlar. Mesela Atatürk Kültür Merkezi - Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu gibi mekânların yıkılarak yerine daha modern ve daha çağdaşının yapılması onları gerginleştirmektedir.

Hele hele bu işin yeni orta sınıfın siyaset sahnesindeki temsilcileri tarafından yapılmaya kalkışılması onları derinden yaralamaktadır. Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun son gösteriminde bazı seyircilerin ‘Yeni tiyatro yapılsa da buradaki ışık sönecek’ endişesiyle ağlayarak veda etmelerinin gerisinde bu ruh hali hakimdir.

Egemen laikler gelişmeleri “Kadınlarımızın başlarını örtecekler, lokantalarımızı kapatacaklar, konser salonlarımıza kilit vuracaklar, hayatlarımıza müdahale edecekler, din yönetimi kuracaklar,” telaşı içersinde izlemektedirler. Bu yüzden Halka da, Batılılara da düşman oldular. “Ordu gelsin, darbe olsun, bu insanların partileri kapatılsın” diye bağırmaya başladılar.

Laikler yeni orta sınıf temsilcilerinin icra ettiği en çağdaş uygulamaları bile gizli ajanda çalışması, kendilerinden olanların yaptığı en beceriksiz en geri uygulamaları ise saadet dönemi uygulaması olarak kabul etmektedirler. Türkiye’nin önündeki bir diğer psikolojik engel de işte budur.

‘Lumumba’ isimli Orta Afrika Cumhuriyeti liderinin hayatını anlatan filmde manidar bir sahne yer alır. Lumumba, Belçika Sömürgesi olan ülkesini kademe kademe bağımsızlaştırmaya çalıştırmaktadır. Ne var ki ülkedeki yargıçlar da üst düzey askerler de henüz Belçikalı’dır. Bir görüşme sırasında Belçikalı Genelkurmay Başkanı, Devlet başkanı konumundaki Lumumba’ya “Ama bay Lumumba!” diye hitap edince Lumumba Genelkurmay Başkanının gözünün içine bakarak “Bay Lumumba değil, Majesteleri var karşınızda” diyerek muhatabını uyarır.

Daha dün sömürdüğü zenciye ‘Majesteleri’ demeyi kabullenemeyen Belçikalılar o andan itibaren Lumumba’yı gözden çıkarırlar ve Lumumba bir darbe ile devrilir.Laik Egemenlerin bir başka psikolojik sorunu da işte budur. Dünün zencilerinin bugün geldikleri makamları bir türlü içselleştiremediklerinden fırsatını buldukları her ortamda bütün Lumumbalara karşı “Ama bay Lumumba!”  şeklinde direnç göstermektedirler.

Yenisöz Gazetesi / 7.12.2017

** Av. Hüseyin Yürük/Kutupyıldızı Derneği Genel Sekreteri